İncitmeyi bilmeyen beyazlar vardır. Adımları, ses çıkartmaz ve taneler birbirinin sırtını okşar. Öksürmez de üstelik, babası gurbete çıkan çocuklar gibi. İhlal yoktur, izdiham yoktur ve incitmek yoktur; sakince sarılırlar toprağa. Toprağın gözü yollarda kalmıştır ve gözyaşıyla eritir, hasretiyle eritir bembeyazları...
Yağmasa da gürleyen bulutlara üzülürüm. Bulutsun ama yağmurun yok, yeryüzü açmış kollarını ama karın yok. Yutkunsan ya da ağlasan, "Gürledi de işe yaramaz." derler, "Çünkü onun bir damlası yok." Bilseler, kim bilir nerede unuttu gözlerini, nerede kuruttu gözyaşlarını. Ama işte böyledir. Görmek, bilmek değildir. Bilmeden söylenen cümle, "ben bilirim putu" değil de nedir?
Karşılıksız taşısan yağmuru ya da karı; belin ayrılsa taşımaktan bir çiçek için bir tat için, içindeki rahmeti aşk için bırakıp gitsen, fedakarlık yine de gözle görülmez. Çünkü vefanın muhiti ruhtur. Ölüm bu sebeple bedendedir.
Çok ülkeler gördünüz, bir çocuk ağlıyordu belki. Bir ağaç soyunmuştu gençliğinden, mazisi bile fırtınaya karışmıştı. Adım atmaya bile takati yoktu belki. İşte ben her gün konuşuyorum onlarla. Gözlerimle avutuyorum tekme vurulan taşları.
Biliyorum, geze geze biriktirdiniz; içinize attınız yeryüzünde olanları ama yağmayı biliyorsunuz en azından. Ben yağmak istesem toprağa, canım soyunur bedenimden. Soylu biri de değilim üstelik. Atım yok, adımlarım; gözlerimle yürür caddeleri. Soğuk, gölge gibi gezinir ruhumda. Bakışlarım konuşunca içimden, siz hep gökyüzüne yağarsınız...
Yorumlar
Yorum Gönder