Bizde Gelmeyene Giderler

    Bir gün, Bektaşi şeyhini denemek isteyen dervişler bir araya gelir. Uzun zamandır öğrencilik yaptıklarını ve şeyhin hiç kerametini görmediklerini konuşurlar. Bunun üzerine, aralarından birkaç kişi seçip bu durumu şeyhe açıkça sormaya karar verirler.

    Seçilen kişiler şeyhin huzuruna çıkarak düşüncelerini dile getirir:

    Dervişler: Efendim, uzun zamandır sizinle ilim yolculuğu yapıyoruz. Siz bizi seviyorsunuz, biz de sizi. Ancak bir konuyu merak ediyoruz. Gözlerimizin kalbi de doysun istiyoruz. Yıllardır buradayız ama hiç kerametinize şahit olmadık. Halk da bu konuda şüphe içinde. Bu şüpheleri ortadan kaldırır mısınız?

    Şeyh: Peki evladım, bütün halka ve dostlarımıza haber gönderin. Burada toplanıp kerametimi göstereceğim yere hep birlikte gidelim. Hem gözlerinizin kalbi hem de siz derin bir nefes alırsınız.

    Herkes heyecanla haber salar ve beklemeye başlar. Civardan gelen halk ve dervişler toplanır. Nihayet şeyh kapıdan çıkar ve, “Beni takip edin, canlar,” der. Birkaç dakika yürüdükten sonra bir söğüt ağacına varırlar.

    Şeyh, ağaca seslenir: "Ey ağaç, buraya gel!"

    Herkes heyecanla ağaca bakar, ancak hiçbir hareket görülmez. Şeyh bir kez daha seslenir:

    Şeyh: Ey ağaç, buraya gel!

    Yine bir hareket olmaz. Şeyh üçüncü kez seslenir:

    Şeyh: Ey ağaç, buraya gel!

    Ağaç kıpırdamaz. Bunun üzerine şeyh yavaş yavaş yürüyerek ağaca gider ve ona sarılır:

    Şeyh: Bizde gelmeyene giderler.

    Yavan Çağda "Gitmek"

    İnsanoğlu yaşar ve hayattan belli istekler peşindedir. Ancak bu istekleri durup beklemek yerine onların üzerine gitmeye meyillidir. Çünkü bilir ki, her yeni mevsimde dağlar bile aynı yerde ve yerinde durmaz.

    Sözde modern dünyanın yavan akışında ise "gitmek" anlamını yitirmiştir. Bir zamanlar gittiğinde yerinde buldukların, şimdi gittiğinde bile yetişemediklerin olmuştur. Koştukça durakların da koştuğuna şahit olursun; bir yetişme yarışına dönüşür hayat. Yetişmek bile huzura geç kalmak anlamına gelmiştir artık.

    Bedenen yetişmek yetmemiştir, yetmiyor ve yetmeyecektir. Bu yetmezlik, bedeni hastalıklara; ruhun geride kalması ise anlamsızlığa sürüklemektedir. Günlük hayatın kaosu içinde, iş çıkışı ya da okul çıkışı bir yerlere yetişmek için koşan ayaklar, artık gideceği yerden bile şüphe duyar hale gelmiştir. Gözler, kalbin çırpınışlarıyla uzaklara dalarken, beden çile içinde kalmıştır.

    Bu çağda irade, bir ağaçtaki iradeden daha zayıf bir hale düşmüştür. İnsan, kağıt üzerine yazılıp silinmiş silik bir iz gibi yaşam belirtisi vermeye çalışmaktadır. Sorunun ne olduğunu bilmesine rağmen, hala durakların bir yere götürebileceğine inanmaktadır. Belki de bu, çaresizliktir ya da en kötü ihtimalle tembelliktir.

    Ruhların gittiği yerden dönmesini beklemek zorundayız. Bektaşi şeyhinin ruhu, bedeninde canlı ve diri bir şekilde yürüyüp ağaca gitti. Ancak biz, Kızılderililer gibi yağmalandık. Ruhumuz çok uzaklarda. Medeniyetimizin şeyhinin, gelmeyene gitmesi o gün için normal, bugün için anormal. Bugün bizim anormalimiz ise kendimize gelmek.

Yorumlar