Halep Ordaysa Arşın Burda

    Halep, Şam, Bağdat, Gazze, Kabil, Doğu Türkistan ve daha nice Müslüman coğrafyasının, yeryüzünde görmediği acı, yaşamadığı zulüm kalmadı. Bu acılar, sadece yaşayanlara değil, geride kalanlara da defalarca ölmenin ıstırabını öğretti. Öyle günler gördük ki, ölüm bile kimi zaman bir kurtuluş olarak görüldü. Bugün geldiğimiz noktada, acı eşiğimiz ölümlerden öte bir seviyede dolaşıyor.

    Zaman, her zaman hakikati çalar

    Zaman olayların dondurulmuş fotoğrafıdır. Yan yana gelen ve zamanın şartlarını renklerle anlatan insanlar, bir fotoğraf karesiyle o ânı ölümsüzleştirir. Zaman da görmek isteyene bir hakikat barındırır içinde. Bu hakikat mazlumların resmidir. Çünkü zalimler, zamana tutunamaz ve tarihteki yerini değiştiremez. 

    Geçmiş zamanda yaşanmış ve anlatılagelmiş nice tarihi olay vardır. Kızıldeniz'i geçemeyen Firavun, ateşiyle övünen Nemrut, soyuyla ve malıyla üstünlük taslayan Cehil bunlardan birkaçıdır. Bu yaşanan hadiseler, tarihte aynı yolda gitmeye çalışanlara bir ibrettir. Ancak insan öğüdü pek az alır. Nasihat çoğu insan için beklenmeden geçilen duraktır.

    Çanakkale'nin Halep'i, Halep'in Çanakkale'si

    Halep sınanırken, ülkemiz hicretin kalesi olmaya devam ediyordu. Bir yanda soykırım, sürgün ve ölüm; diğer yanda hayata yeniden başlamak zorunda kalan muhacirlerin öyküleri, yüreklere derin bir sızı bırakıyordu. Halep sınanıyor, fakat arşın, bizim imparatorluk torunları olduğumuzu hatırlatıyordu. 

    Bizim dedelerimiz de, aynı kaderin yolcularıydı. İngiltere Savaş Bakanı Winston Churchill, Çanakkale'de bu kader anlayışını şu sözlerle dile getirmişti: "Anlamıyor musunuz? Biz Çanakkale’de Tanrı ile savaştık, tabii ki yenilecektik." Kibrinden, kaderin görünen tarafını yani şehitlerimizi görmezden gelmek istiyordu, fakat inanmışlar ve kader bir araya gelince, hiçbir kulun kalemi yazgıyı değiştiremez. 

    Halep'te ve diğer yerlerde insanlık sınanıyordu. Kardeşin kardeşe sırt çevirdiği bu devirde, mazlumların çığlıklarına kim kulak verecekti? Gün geldi, harabeler arasında çocuklar oynadı; gün geldi, ezan sesleri patlamaların yankısına karıştı. Fakat hiçbir acı, kalplerdeki diriliş tohumunu yok edemedi. 

    Bu topraklarda kaderler birbirine sıkı sıkıya bağlı duruyor. Onca inanç, görüş ve görünüş farklılığına rağmen insanlar birbirine saygı duymaya devam ediyor. Çünkü dünyaya hangi şartlarla geldiğimiz bir seçim değil; fakat insan olmayı seçmek bizim elimizde. Burada farklılıklar, bir zenginlik olarak kabul ediliyor ve birliktelikler, imparatorluk soluğuyla beslenen güçlü bir bedenin uyumunu andırıyor.

    Arşını Değerlendirme

    Şam, bugün itibariyle kendi milletinin elinde bulunuyor. Burada beni en çok sevindiren şey, ülkemizde hasretle bekleyen muhacir kardeşlerimizin mutluluğu oluyor. Onlar mutlu oldukça, sanki bütün dünya benim olmuş gibi hissediyorum. Çünkü bu sevinci sonuna kadar hak ediyorlar.

    Beni mutlu eden bir diğer nokta ise bugünkü haberlerde duyduğum şu sözler: “Biz sevincimizi ancak sizle paylaşırız. Çünkü sizden başka kimsemiz yoktu.” Bu cümleler, hem tek bir millet olduğumuzu hem de büyük dualara mazhar olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor. Biz, bu toprakların medeniyetinden beslenen bir nesiliz. Üzüntümüz bir, sevincimiz bir. Eğer aynı sevinci birlikte paylaşabiliyorsak, bunun üzerine konuşacak başka bir konu kalmıyor.

    Elbette hâlâ zulüm görenler var. Ancak biz inanıyoruz ki, güneş her zaman gecenin en karanlık olduğu anda doğar. Üstadın dediği gibi: “Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için bir Nuh’un Gemisi vardır.”

Yorumlar