Celâleddin Muhammed Rumi hazretleri, Mesnevi-i Şerif'te ilginç bir hikâye anlatır. Bu hikâyede derin imgelerle fiili (davranışsal) ve sözlü (dilsel) eylemler arasındaki ilişki farkını hem kalbe hem de gözler önüne serer.
Hikâyeye göre bir gün bir nahiv (cümle yapısını inceleyen ilim) âlimi gemiye biner. Kendini çok beğenen bu âlim, yönünü gemiciye döndererek "Sen hayatında hiç nahiv okudun mu?" der. Gemici; "Hayır." diyince "Senin ömrünün yarısı hiçe gitmiş." diyiverir.
Gemici bu olay üzerine susar ve duyduğu sözlere canı sıkılır. Hemen bir karşılık vermek yerine, öfkelense de cevap vermek istemez. Sessizliği tercih eder. Gönlü kırgın bir şekilde yola devam eder. Yolda âniden bir rüzgâr başlar. Gemi girdaba doğru sürüklenir. Telaşlı ve yüksek sesle gemici:
- "Ey hoca, söyle bakalım, sen yüzme bilir misin?" diye sordu. Nahivci, "Ey hoş sözlü ve güzel yüzlü gemici, bilmem." dedi.
Gemici, "Ey nahivci! Senin bütün ömrün hiçe gitti, çünkü gemi bu girdapta batacak." diyerek karşılık verir. Hikâyenin devamındaki iki söylem dikkat çekicidir. "Burada mahvolmayı bilmek gerek. Nahiv işe yaramaz." ve "Denizin suyu, ölüyü başüstü taşır. Diri olan denizin elinden nasıl kurtulur?" cümleleridir.
İmgeler üzerine yolculuk
Bu hikâyede karakterlerin, eylemlerin daha derin bir anlam üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerim doğrultusunda ulaştığım anlamlar şu şekildedir:
Deniz: Yolculuğun sonunda kimlerin kıyıya çıkacağını sınayan "deniz", sonsuzluğu ifade etmektedir. “Deniz suyu ölüyü başüstü eder.” cümlesi bir mecazdır. Ölmeden evvel ölmeyi anlatır. Bu yüzden deniz, ahireti imgelemektedir.
Gemi: Deniz ahiret hayatını, gemi ise dünya hayatını simgeler. Nasıl ki gemi battığında deniz varlığını koruyorsa, kıyamet kopsun ya da kopmasın, ahiret de yerini korumaktadır.
Gemici: Gemicinin suskunluğu, olgun bir kişiyi ve ruhu simgeler. Susmak, yolculuğun şartlarını ve gerekliliklerini bildiğini anlatır. Ruh, insana hep iyiliği tavsiye eder. Burada yol ve iz bilen “gemici” aslında ruhtur. Ruhun yüzme bilmesi, fiili (davranışsal) eylemi ifade eder.
Nahiv: Sözlü (dilsel) eylemi simgeler. Kişinin davranışı, söylediğinden üstündür. Bu yüzden sözlerle ya da harflerle yolculuk, fiili olarak bir anlam inşa etmez. Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamber olmadan önce “Emin” yani güvenilir sıfatını almıştır. Fiili anlamı inşa eden kişi, sözlü anlamı çoktan inşa etmiştir.
Nahiv Âlimi: Fiili eylem yerine, sözlü eylemi tercih eden ve kolaya kaçan nahiv âlimi, bedeni simgeler. Beden, kolay ve hazzı yüksek olanı ister. Yüzme bilmek, dalgalarla savaşmak, söz söylemekten daha zordur. Bu yüzden nahiv âlimi, söyleyişin kolay ve bedelsiz oluşuna sığınmıştır.
Rüzgar: Girdabın oluşmasını sağlayandır ve ölümü simgeler. Hazırlıkların sınavını ölçmek isteyen ölüm, herkes için kaçınılmazdır.
Gönül, her sözde yüzme bilmez
Harfler yan yana geldiğinde bir anlam meydana getirirler. Bu anlam, somut ya da soyut fark etmeksizin gönüllerde bir yankı uyandırır. Örneğin, kekik denildiğinde aklımıza rengi, kokusu, şekli gibi özellikler gelir. İnsana ait bir sıfat söylendiğindeyse, aklımıza bütün insanlar gelmez. Sadece sıfatı taşıyan kişiler gelir.
Örneğin, sadakat kelimesi sarf edildiğinde, hatrımıza "sâdık" olan kişilerin isimleri gelir. Yaratılan bütün varlıklar, kendi sıfatıyla dünyaya gelir ve sıfatının dışına çıkamaz. Fıtrat buna müsaade etmez. İnsanda bu durum söz konusu değildir. Söylediği sözlerin bile tam karşıtı birisi olabilir. İnsanda söze değil, davranışa bakılır. Sadakat salt bir kelimedir, sâdık ise fiili eylem uyandıran görünümdedir.
"İnsan bütün insanları seçerken kendini de seçer." der Sartre. Bu söze katılmıyorum. Çünkü zamanın içerisinde, toplum düzenleri değişkenlik göstermektedir. Hatta "Coğrafya kaderdir." der İbn-i Haldûn. Kişilerin soyut ve somut bakış açıları da eklenince, bu kadar değişkenin olduğu bir yerde, kişinin kendini seçmesi mümkün değildir.
Seçmek özünde, seçilmiş olmakla beraber, bir yolculuğa çıkmak demektir. Hikâyede gemici, nahiv âlimi yolculuğa çıkmıştır. Ancak biri ölmek üzereyken, diğeri yüzerek kurtulmayı hedeflemektedir. Onların hayatını belirleyen ise ölümün kendisidir. Biri ölümü sonsuz, diğeri son olarak görmektedir.
Yaratılış ve ölüm aynı anda varlığını sürdürmektedir. Ölümü, yok olmak gibi değerlendiren kişi, nahiv âlimi gibi şekillerin görüntüsünde kalmıştır. Ayrıca dünyaya gelmeyi ve gitmeyi seçemeyecek güçte olan bir kişi kendini nasıl seçebilir. İnsan zaten seçilmiştir. Seçenin yerine geçmeye çalışmak, rol kapmaya çalışmak demektir. Rol değişmiş görünse de dünyada film elbet bir gün bitecektir. Evrenin başı ve sonunu belirleyen bir yaratıcıya tabi olmak, yüzmeyi bilmek demektir. Bu yüzden kibri kenara bırakmak gerekir. Kibir seçen kendini seçemez.
İsaac Newton, yaratılan eserleri incelediğimizde; yolların Tanrı'ya çıkacağını ifade eder. Bilmenin de tek yolunun keşfetmek olduğunu savunur. İcat eden kişi, yaratmak iddiasındadır ve Newton buna karşılık keşfetmeyi savunur. Hikâyede, ömrün boşa geçtiğini düşünen, ömrü kendi vermiş gibi değerlendirmede bulunan, nahiv âliminin kibri; icat etmek sevdasında olanlara benzemektedir. O cümlelerin büyüklüğüne ve söylenmemişliğine sığınır. Ancak yaratıcı söylenmemiş sözleri de bilir. Gemici ise kâşiftir ve yüzmeyi çoktan keşfetmiştir. O, varolanın sırrıyla meşguldür.
Samimi her hâl, gönüle akar
Hikâyede samimi olan gemici, deniz ve rüzgardır. Gemici kendisinin farkındadır. Deniz ve rüzgar ise ne istediğini bilmektedir. Fakat gemi böyle değildir. O şartlara göre değişkenlik gösterir. Tıpkı sözlü eylemlerin tamamı ve nahiv âliminin kendisi gibi. Değişkenliğin tanımı ise yapılamaz. Çünkü o hep değişkendir. Tanımı yapılamayan ise muallaktır.
Gemici özünde, nahiv âliminin söyleminden çok etkilenmemiştir. Onun kızması kendisinin eksikliğinden dolayı değildir. Karşısındaki kişinin kendini bilmemesindendir. Nahiv âliminin, "Senin ömrünün yarısı hiçe gitmiş." demesi hiçbir anlam ifade etmemiştir. Fakat gemicinin söylediği söz; hikâye okuyan kişilere bile daha çok tesir etmiştir. Bu tesiri artıran ise denizin, rüzgarın ne istediğini bilmesidir. Gemicinin ise kendisinin, ne verebileceğinin farkında olmasıdır. Ruhlarımız, bu farkındalığı öz itibariyle tanır. Gönül, fıtrat olarak; fiili ve sözlü davranışların ayrımını kendisi yapar. Bazen bir söz hayat değiştirir. Çünkü bu sözün bedeli ödenmiştir. Fakat bazen, sözler hiçbir anlam ifade etmez.
Gemici özünde, nahiv âliminin söyleminden çok etkilenmemiştir. Onun kızması kendisinin eksikliğinden dolayı değildir. Karşısındaki kişinin kendini bilmemesindendir. Nahiv âliminin, "Senin ömrünün yarısı hiçe gitmiş." demesi hiçbir anlam ifade etmemiştir. Fakat gemicinin söylediği söz; hikâye okuyan kişilere bile daha çok tesir etmiştir. Bu tesiri artıran ise denizin, rüzgarın ne istediğini bilmesidir. Gemicinin ise kendisinin, ne verebileceğinin farkında olmasıdır. Ruhlarımız, bu farkındalığı öz itibariyle tanır. Gönül, fıtrat olarak; fiili ve sözlü davranışların ayrımını kendisi yapar. Bazen bir söz hayat değiştirir. Çünkü bu sözün bedeli ödenmiştir. Fakat bazen, sözler hiçbir anlam ifade etmez.
Çünkü her söylenmiş harf, gönül denizinde yüzemez.
Kaynakça:
- Mesnevi-i Şerif - Celâleddin Muhammed Rumi
- Dahi ve Dindar: İsaac Newton
- Mukaddime - İbn-i Haldûn
- Varoluşçuluk - Sartre
Yorumlar
Yorum Gönder