Mârifet, İltifâta Tâbi midir?

    Mârifet, kelime anlamı itibarıyla "hüner, ustalık ve ustalıkla yapılan iş" demektir. Yaratan ve yaratılmış olan, canlı-cansız tüm varlıklar birer hüner sahibidir. Dahası, bu varlıklar arasında kesintisiz bir iletişim mevcuttur.

    Cansız bir nesne olan ayakkabının mârifeti, rahat bir yürüyüş sağlaması ve kişiyi sağlıklı bir şekilde hedefine ulaştırmasıdır. Ayrıca, uzun yıllar kullanılabilir bir dayanıklılığa sahip olması da onun diğer bir hüneridir. Ancak bu özellikleri taşımıyorsa, mârifeti iltifâta mazhar olamaz. Çünkü görevini yerine getirememiştir.

    Canlı varlıkların hüneri ise cansızlara kıyasla daha geniş ve kapsamlıdır. Örneğin, bir ağacın gölgesi, meyvesi, kokusu ve meyvesinden sağlanan ekonomik kazanç gibi birçok işlevi vardır. Ancak canlılık özelliğini yitirmiş bir ağaç, bu hünerlerden yoksundur. Bu fark, hakikat ile doğru arasındaki ayrımı anlamamızda bize ışık tutar.

    İnsanın İradesi ve Mârifeti

    İnsan dışında kalan bütün varlıkların hüneri, yaratılışlarıyla belirlenmiştir ve bu sınırların dışına çıkmaları mümkün değildir. Örneğin, çilek fidesinden armut elde edemez ya da bir ayakkabıdan uçmasını bekleyemezsiniz. Çünkü bu varlıkların iradesi yoktur ve belirlenen hünerin dışına çıkamazlar.

    İnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük hüner ise iradesidir. İrade, insanın eylemlerini harekete geçirirken bunların biçimini belirleyen içsel bir güçtür. Örneğin, bir kişi susamış bir çiçeği sulama eylemini gerçekleştirdiğinde şu dört seçeneğe sahiptir:
  • Çiçeği fazla sulayabilir.
  • Az sulayabilir.
  • Gerekli miktarda sulayabilir.
  • Hiç sulamayabilir.
    Bu dört seçenek, biçim olarak birbirinden farklıdır. Ancak mârifeti belirleyen, çiçeğin ihtiyaç duyduğu dengeyi sağlamak ve "iyi" sıfatını kapsayan bir şekilde sulama yapmaktır. Çünkü hayatın özü dengedir; denge olmadığında düzen, düzen olmadığında ise hayat olmaz.

    Mârifet ve İltifâtın Şartları

    Bir insanın beden gücünü ele alalım. Bu gücü doğru şekilde kullanmak önemlidir. Kas gücü yüksek biri mârifetli görünebilir; fakat çevresine zarar veriyorsa bu güç bir hüner değildir. Aksine, gücün mârifete dönüşmesi için yardıma muhtaç birine yardım etmek gibi bir iyiliğe hizmet etmesi gerekir. Örneğin, yaşlı bir insanın poşetini taşıyan birinin kas gücü iltifâta layıktır.

    Her hüner, mutlaka bir iltifât bekler. Ancak bu iltifât, yapılan fiilin insanlığa ve düzene fayda sağlamasıyla doğru orantılıdır. Bir boksörün rakibini nakavt etmesi, taraftarlar arasında coşku uyandırabilir; ancak bu fiil iltifâtı hak edecek bir mârifet değildir. Çünkü yarar sağlamamaktadır.

    Güneş ve Mârifet

    Güneş sistemi de mârifet kavramını anlamamıza yardımcı olabilir. Güneş, nükleer reaksiyonlarla enerji üretir ve bu enerjiyle ışık yayar. Güneş'in sağladığı bu ışık, yeryüzündeki canlılığa olan katkısıyla iltifâta layıktır. Üstelik bu süreç, fosil yakıt gibi kaynaklara ihtiyaç duymadan ve zarar vermeden gerçekleşir. Güneş'in bu denli muazzam bir denge ve düzen içinde çalışması, iltifâtın en yüce örneklerinden biridir.

    Bütün örnekler ışığında, her varlığın kendine özgü bir mârifeti olduğu açıktır. Ancak bu mârifetin iltifâta layık olabilmesi, yarar sağlayan bir düzen ve dengeyi içermesine bağlıdır. Ziya Paşa’nın dediği gibi:
    "Mârifet, iltifâta tâbidir; iltifâtsız emek zâyidir."
    Allah’ın, mahlûkatı yaratırken iltifât ve mârifeti insan üzerinde yoğunlaştırması, insanın bu iki kavramı bir arada taşıyabileceğinin en güzel kanıtıdır. Allah’ın "Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım." buyruğu da bunu pekiştirmektedir.

    Hakikatini Allah bilir.

    Kaynakça:
  • Acluni, Keşfü'l-Hafa, II/132

Yorumlar