Her Yaşayan Diri Değildir

    Nefes alıp vermek tek başına bir canlılık emaresi değildir. Canlı olanın yaşadığı düşünülür. Ancak yaşamak, sadece bedenî bir fonksiyon değildir. Hayat ve yaşamak; öze ve biçime katılan değerlerle ölçülür. 

    İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin? kitabında şöyle der:

    “Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek, havanın ciğerlerine saldırısının verdiği acıyla haykırır. Soğuk, sıcak, açlık, hastalık ve korku bize saldırır. Bizse bu saldırıları savuşturmak yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, aslında savaşıyor olmaktır. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir.”

    Dünyaya geldiğimiz ilk anda nefes almakla yaşamaya başlarız; fıtrat henüz kirlenmemiştir. Yaşam serüveni içerisine günahkar gelinmemiştir. Her bebek doğduğu ilk anda bir melek gibi masumdur. Ancak yine de bütün bebekler ağlayarak dünyaya gelir. Bebeği ağlatan, ciğerinin yanmasıdır, sanki başına gelecek mücadeleyi sezmiş gibidir. Böylece insan kalma mücadelesi başlar. Zamanla kişi, hakikat ve doğruyu, zamana, mekana ve kişilere göre seçerek şahsiyetini oluşturur ve kendine bir yaşam biçimi belirler. Hayatın amacını bulmaya çalışır.

    Yeryüzündeki her canlının kendine has bir şahsiyeti vardır. Çiçeklerin bile kendine özgü nitelikleri mevcuttur. Papatyaya dokunduğumuzda onun rengi, kokusu ve dokusu sadece yaşadığını söylemekle kalmaz; aynı zamanda "diri" olduğunu ifade eder. Kokusunu kaybettiğinde ise, yaşıyor görünse bile "diri" olmadığı akla gelir. Bir canlının diri olabilmesi demek kendini gerçekleştirmesi anlamına gelir. Kendini gerçekleştirmek ise sıfatları ait olduğu yere kavuşturmakla olur.

    Bir gülü düşündüğümüzde, aklımıza kırmızı bir renk ve hoş bir koku gelir, gövdesinde de diken mevcuttur. Böyle bir gülü herkes önemser. Çünkü onun sıfatları yerli yerinde duruyordur. Şayet üzerinde kokusu ve dikeni yoksa kendini gerçekleştirememiştir. Yağmursuz bulut, kanatsız kuş, dalsız ağaç her zaman yadırganır. Yerli yerinde olmak, yaşamanın üzerinde bir yer tutmak anlamına gelir.

    Yaşamaktan dirilmeye doğru irtifa yarışı

    Sezai Karakoç, kendisinin "diriliş eri" olduğundan bahseder. Bu ifade çarpıcıdır; çünkü her yaşayan "diri" değildir. İnsanın "diri" olması, insan olmanın gerekliliklerini ve şartlarını yerine getirmesiyle mümkündür. Üstadın "er" kelimesini özellikle kullanması, bir ast-üst ilişkisinin varlığını ve bu ilişkinin bir erdemler yarışı olduğunu gösterir. Bu, insan olma ve iyilik ile erdemleri dünyaya yayma yarışıdır.

    Diriliş Neslinin Amentüsü kitabında “diriliş nesli”nin temelleri anlatılır. Bu nesil, şimdiki zamanı ve geleceği medeniyetle buluşturmak için gereklidir. Dünyada iki nesil vardır: iyi ve kötü. Peki, "iyi" kime veya neye göre iyidir? Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir kişiye; zamana, mekana göre değişmiyorsa “iyi”, iyidir. Yani bir merkezden belirleniyorsa şartlara göre değişmiyorsa “iyilik”, iyidir. İyiliğin kaynağı ve nasıl olması gerektiği belirlendiğine göre “diriliş nesli” kaynağını nereden almalıdır? 

    Onlar baldır, balmumu değil

    İnsan, soyut ve somut alemler arasında yolculuk yapan bir varlıktır. Ruhu ve bedeni sürekli iletişim halindedir. Somut alemin sınırlılığı, soyut aleme duyulan ihtiyacı doğurur. Sezai Karakoç, bu yüzden dirilen bir neslin kaynağının kurumaması adına “soyut” olanı seçmiştir.

    "Diriliş nesli," geleceği ifade ederken, bu nesli inşa edecek kişilerin şimdiki zamanda da diri olmaları gerektiğini ifade eder. Onlar öncülerdir; içi ve dışı bir, davranış ve düşünceleriyle dünyada tutarlı olan insanlardır. Bu kişiler balın kendisidir, balmumu değil.

    Bir diğer önemli kavram "Amentü"dür. Üstad Sezai Karakoç bunu bir manifesto olarak adlandırmamıştır, özellikle bu kavramı vurgulamıştır. Çünkü bu kavram, hakikate dayalı bir medeniyet inşa etmiş, insanı ve diğer canlıları, hatta cansız varlıkları el üstünde tutmuş; ne olursa olsun hiçbir yerde değişmemiş ve hakikatin kendisi olan bir inancı ifade etmiştir. Ancak önce "inanmak" gerekir. İnanç, yaşamın ve yaşayanların hakkını gözetmek, vermek ve riayet etmektir.
    
    İnkar tutsaklık, inanç özgürlüktür
    
    İnanç, güven duymaktır. İnancı olmayan kişi, çevresindeki her şeyde güvensizlik hissederek kendini özgür hissedemez. Doğruları ararken zamana, mekana ve kişilere göre değişen şeylere tutundukça tutsak olur. Güvensizlikle sarsıldıkça, kendine olan güveni azalır ve iradesini kaybeder. İnsan, iradesiyle insandır.

    Necip Fazıl Kısakürek'in dediği gibi: “Siz, hayat süren leşler sizi kim diriltecek?” Dirilmemiş kişi, bir ölüden farksızdır; kendisine de, dünyaya da değer katamaz. İnanç bu yüzden gereklidir. Sezai Karakoç “amentü” ile “inandım” diyerek Allah'ın varlığına, birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmayı ifade eder. Bu inanç, kişinin "diri" olmaya başlamasıdır.  Gücünü bir merkezden alan kişi, yeryüzünde hakikatin iyisini yaymak için kendini gerçekleştirmiş olur. Bu gaye, kişiyi diriliş erinden, diriliş erenine ulaştırır. Maalesef kendini gerçekleştiremeyenler ise batıp gidenlere yönelmiş, tutsak kalmışlardır.
Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, “Allah'ın iradesine teslimiyet, insan iradesine teslim olmamak demektir.”
    Kaynakça:
  1. Diriliş Neslinin Amentüsü
  2. Doğu Batı Arasında İslam
  3. Waldo Sen Neden Burada Değilsin?

Yorumlar