Dünyaya Aldanmak Kaç Gram?

Güneş ve gezegenler, aralarında hiçbir şey yokken birbirlerini nasıl ve neye göre çekiyorlar?
  • Bana öyle geliyor ki; Yaratıcı, maddeyi başlangıçta katı, ayrışmaz ve hareketli olarak, muhtelif ebat ve şekilde, kâinattaki diğer maddelerle belirlediği nispetlerde, kendi takdir ettiği maksatlara uygun bir tarzda şekillendirdi.
  • “Güneş ve gezegenler, aralarında hiçbir şey yokken birbirlerini nasıl ve neye göre çekiyorlar? Nasıl oluyor da, tabiatta hiçbir şey abes olmuyor ve dünyada şahit olduğumuz düzen ve güzellik vücut buluyor? Bütün bu olan bitenden, bilinen mânâda haricî bir vücudu bulunmayan, canlı, akıl sahibi, muktedir bir Zat’ın var olduğu, sonsuzluk içinde kendine has nitelikte her şeyi çok yakînen bildiği ve idrak ettiği açık bir şekilde ortaya çıkmaz mı?”
    Satırlarda yer alan söylemler ve sualler, 17. yüzyılın dehâlarından biri olan Isaac Newton'a aittir.

    1704 yılında yayımlanan, Optics kitabında yer alan bu ifadeler; Newton'un en ünlü eseri olarak tarihte ve bilim dünyasında yerini almıştır. Latince basılan Principia kitabından farklı olarak bu kitap İngilizce lisânıyla basılmıştır.

    Bu bilgileri bir kenarda tutarak düşünce yolculuğuna çıkmak istiyorum. Halk arasında, günlük konuşmalarımız sırasında bir madde taşınırken "ne kadar ağır" söylemleri ile o taşınacak maddenin, bize ne kadar yük olup olmayacağını ifade ederiz. Taşıdığımız maddenin kütlesine, "ağırlık" ithamında bulunuruz. Bu itham bilim lisânına göre yanlıştır. Örneğin, "kaç kilo" dediğimizde maddenin ağırlığını değil kütlesini sorarız. 20 kg. boya kovasının kütlesi asla değişmez. Kovanın içerisinde bulunan 20 kg. boya ne eksilir ne de çoğalır. Fakat kovanın ağırlığını değiştiren faktörler vardır. Bunlar;
  • Kovayı kaldıracak kişinin kütlesi ve yeryüzüne uzaklığı
  • Kovanın yeryüzüne uzaklığı
    Şimdi uzun uzadıya matematik, fizik ilim kurallarına göre hesaplama yapmak istemiyorum. Bu hesaplama bize sadece bilimsel olarak veri açıklayacaktır. Oysa buradan tek murâdım farklı bir bakış açısıyla değerlendirme yapmak.

    Hem maddi (fizik) hem de mânevî kurallara göre misal vermek istiyorum. Alçakgönüllülüğü temsil eden, yer sofrasında yemek yiyen bir adam; ayakta bulunduğu hâlinden daha ağırdır. 50 kg. üzerinden baz alarak hesaplama yapabilirsiniz. Başka bir örnekte yine 50 kg. olan bir insanın, minder üzerinde sohbet ederek, gönül mihrabından sözler söylemesi aynı eylemin sandalyede yapılmasına göre daha ağırdır.

    Gül tohumu aldıysanız, ekmeden önce elinizde tuttuğunuz ağırlığı ile toprakla buluşturduğunuz ağırlığı farklıdır. Toprakla tanışan tohum daha ağırdır. Ektiğiniz gülü, 1 litre su ile sulamadan evvel suyun elinizdeki ağırlığı ile toprakla buluştuğu ağırlığı farklıdır. Artık güle ruh vererek toprakla kucaklaşan su daha ağırdır.

    Celâleddin Muhammed Rumi Hazret der ki;

    1874) O yücelikten payı yoktur cismin. Cisim, can denizinin yanında bir damla gibidir.
    1875) Cisim canla ömrüne ömür katar. Can gidince cisim ne hale gelir bir bak.
    1876) Cismin sınırı bir iki arşından fazla değildir. Oysa canın göğe kadar at koşturur.
    1877) Ruhun tasavvurunda Bağdat ve Semerkant, ancak yarım adım uzaklıktadır.

    Bedenin kütlesi ve ağırlığı vardır elbet. Bunu kimse yadsıyamaz. Fakat ruhun ağırlığını ancak gönüller hisseder, Allah bilir. O tartının adı da "mizan"dır. Bu fakire ilginç gelen hadise, beden kafesinde tutulan ve âlemlere uçabilen o kudretli kuşun nasıl bir tezatlıkla iç içe duruyor olması. İnsan, baktıklarından soyutlandığı zamanlarda, gözünü kapatıp Bağdat'ı neresi ise hemen orada görmüyor mu kendini? Ya da ruha sahip insanın, cisimlerin sıfatlarına aldanarak geçip gittikten sonrasını göz ardı ederek, cismin can gittikten sonraki hâlini hiç düşünmez mi?


    Yine Celâleddin Muhammed Rumi Hazret'in cümleleriyle devam etmek istiyorum.

    4302) Akılsızları her yel alıp götürür, çünkü onların güçlerinde ağırlık yoktur.

    İnsan beyninin kütlesi ve ağırlığı ölçülebilir. Fizik kurallarına göre somut her varlığın ağırlığını ve kütlesini hesap ederek bir sonuca ulaşabiliriz. Fakat "akıl" gibi bir kavramın ölçülmesi mümkün değildir. Akıl ağırlığının ölçütü dînî hükümler, Peygamberler ve âlimler tarafından, belirlenmiştir. "Neye göre akıllı" sorusunu tartacak terazi sahibi, yine o "aklı" yoktan vâr edendir.

    Burada şu ifadede bulunabilirsiniz. Akıl zaten beynin içindedir. Beynin kütle ve ağırlığı, aklın da ölçüsüdür. Bu söyleme şöyle cevaplar vermek istiyorum. Farz edelim ki beynin kütlesi ve ağırlığı aynıdır. O zaman insan beynine en çok benzerliği ile bilinen yunus balığını ele alalım. Beyin kütlesi ve ağırlığını denk tutarak ölçebilmemiz için öncelikle yunus balığının akıl sahibi olması da gerekmez mi? Beyni, aynı ağırlık ve kütle değeri veren iki insanın, akıl olarak birbirinden farklı olması ve beyninin kudretini aşması sonucunda beyin ölçülerince kıyaslanması, bu duruma göre aklı küçük düşürmektir.

    Albert Einstein'ı ele alalım. Beyin kütlesi dünyadaki birçok insanla aynı değerlere sahip olabilir. Beyin ağırlığına gelecek olursam, aynı kütleye sahip olan insan ile yeryüzüne uzaklığı eşit olan bir yere yerleştirirsek beyin ağırlıkları da aynı olacaktır. Fakat hiçbir şekilde akıl hudutları kıyaslanamayacaktır.

    3821) Kanadı hafif olan yükseklere yol alır. [Kanat] çamura bulanınca ağırlık yapar.

    Burada yine güzel bir misal ile devam etmek istiyorum. Her organın kütlesi ve ağırlığı vardır. Gözün kütlesi ve ağırlığı ölçülebilir. Bir ağaca baktığımızda, gönüle gösterilen mânâ farklı olacağı için ölçülemez. Çünkü o ağırlığın idrâkine göre gerçekleştirdiği “yaşamak” eylemini ölçecek terazi "mizan"dır. Kulağın kütlesi ve ağırlığı ölçülebilir. Fakat duyduklarını çinedirden eler gibi gönlünün mânâ işitmesindeki “yaşamak” eylemini ölçecek terazi "mizan"dır. Örnekler daha da çoğaltılabilir.

    Mevlânâ Hazret diyor ki:

    1360) Bahçeler ve meyveler gönüldedir. Onun güzelliği yeryüzüne yansımıştır.
    1361) Şu neşe servisinin yansıması olmasaydı, Allah; dünyayı “aldanış yeri” diye nitelemezdi.
    1362) Bu aldanış, kişilerin gönülleriyle ruhlarından yansıyan bir görünüm demektir.
    1363) Burası cennet olmalı sanısıyla herkes bu yansımaya aldanmaktadır.
    1364) Bahçelerin asıllarından kaçarak, hayalleriyle kendilerinden geçip saçma sapan işler yaparlar.
    1365) Gaflet uykuları sona erdiği zaman doğruyu görürler, ama bu görmenin ne faydası olur ki?
    1366) Sonra da mezarlıkta kıyamete dek süren hayıflanma feryatları yükselir.
    1367) Ne mutlu ölümden önce ölene; yani bu asmanın aslından koku alana.

    Dünya, hazretin de buyurduğu üzere her şekilde aldanış yeridir. Bu "aldanış" yerinin kelime köküne indiğimizde, sözcük Eski Türkçe "al" yani "hîle" kökünden türemiştir. Bu âlemde her sonuç zannettiğimiz gibi nihai bir karar değildir. Bu kadar değişkenin yer aldığı, hele ki ruhun keşfinin bile mümkün olmadığı varsayımlarla, insan ancak yanılgı ve yansımalarda bir takım zanlar taşır.

    Sözlerimi dinlendirmeden hazret ile dinlendirmeden önce dünyanın kütle ve ağırlığında değil “mizan” terazisinde ödüllendirilmiş, insanların gönlünde yer edinmiş akla ve gönül ağırlığına tâlibim.

    1260) Aman ey yolcu, geç oldu, ömür güneşi batmaya yüz tuttu.
    1261) Gücün varken şu iki gün olsun elini çabuk tut. Yaşlılıktan sıyrılıp yiğitlik göster.
    1262) Elinde kalmış şu kadarcık tohumu ek de şu iki günlük ömründen uzun bir ömür filizlensin.

Kaynakça:
  • Mesnevî-i Şerif
  • Opticks (1730), 344.
  • Newton, Opticks, 2nd edition (1718), Book 3, Query 28, 343-5.

Yorumlar