İnsan, başına gelen ve gelebilecek sınanmaları dolayısıyla kendini çoğu zaman yalnız hisseder. Çaresizlik ile tanımladığı, iç dünyasıyla hesaplaştığı zamanlar olur. Takatinin ölçüsünü bilemediği gibi işlerin içinden çıkılmaz bir hâl aldığını düşünür. Olayların üzerinden uzun bir süre geçtiğinde ve yaşanan bu zorluklar anlatıldığında yaşananların tatlı bir masala dönüştüğü görülür. Bu dönüşüm sırlı bir söylemde bulunur.
Allah, emaneti insana henüz yüklememişken yerlere, göklere ve dağlara emanet teklifinde bulundu. Ancak onlar bu emaneti yüklenmek istemediler, korktular. Bu netice doğrultusunda teklif insana yöneltildi. Emaneti kabul eden insanın imtihan yolculuğu da böylece başlamış oldu…
Hisler ve Duyular
Yerler, gökler ve dağlara bakıldığında ne denli kudretli oldukları görülür. İnsanlar, hissettikleri duyguları tasvir ederken ölçüsünü bu mefhumlar üzerinden anlatır. Duyulara hitap eden görüntülerin, seslerin, dokuların ve kokuların ölçüsü duyuların takati kadardır. İşitebileceği desibelin üzerinde bir ses duyan kulak işitme kaybı yaşar. Gözlerin aşırı ışığa maruz kalması sonucu görme kaybı oluşur.
Duyuların her daim ölçüsü vardır. Hisler ise öyle değildir. Deniz dalgalarını izleyen kişinin hissiyatı ile avuçlarına deniz suyunu dolduran kişi arasında duyum farkı vardır. Bu farkı belirleyen de ölçülerdir. İnsan hislerle hacimsiz, duyularla sınırlıdır. Bu sebeple sınamalar hissi duygular üzerinden gerçekleşir. Kişi yaşanan zorluklarla başa çıkamadığında, sınavını aşamayacağı düşüncesine kapıldığında bu durum hislerin ufkunun görünmemesinden ve tahmin edilememesinden kaynaklanır. Kötü olarak adlandırdığımız haberlerin desibeli ölçülebilirken hissettirdiği acı ölçüsüzdür.
Duyularla işittiğimiz güzel bir ân ile mutlu olduğumuz güzel bir ânı karşılaştırdığımızda arada büyük his farkı vardır. Bu sebeple sınav olarak adlandırdığımız yaşananlar duyulara değil hislere verilmiştir. Acı bir haber kulağı acıtmaz bilakis his dünyamızda yankılanır. Sözcüklerin ve temennilerin acı dindirmemesi üzerine zamanın; unutmak ve alışmak hisleriyle teselli etmesi bundandır.
Bugün yaşadığımız bütün sıkıntıların yanı sıra bir nefes alıp zamanı yavaşlatarak düşünmemiz gerekiyor. Dağların, yeryüzünün ve gökyüzünün "emaneti yüklenme" noktasında korkarak çekinmesi, cüssenin kudret olamayacağının işaretidir. Hislerin nesne üstünlüğü bundandır. Emanetin insana verilmesi ise sınırlarını aşabileceğinin üzeri örtülü bir şekilde anlatımıdır.
Yabancılaşma, Yabancılaştırma, Yabancı
Yaban kelimesinden türeyen “yabancı, yabancılaşma ve yabancılaştırma” kelimelerini anlam itibariyle bir kenara bırakmak istiyorum. Burada mühim kelime “yabancı” kelimesidir. İnsanoğlu, yaşadıkları ile hayat tecrübesi edinirken yabancılaşma ve yabancılaştırma sonucunda “yabancı” olduğunu elde eder. Oysa fıtrat baştan itibaren ele alınabilse insan bu dünyaya doğmadan önce de yabancıdır. Bugüne kadar peşinden gittiğimiz ve elde ettiğimiz bütün mefhumlar bana şunu öğretti: "Aradığım aslında bu değilmiş." Bu da demek oluyor ki insanın arayışı ve tatmin olma noktası ancak ruh göçünce sona eriyor. Buradan anlaşılıyor ki yabancı “gurbete” düşmüş kimsedir. Bulunduğu yerde beyhude aramalar yapan ve bağ kuramayan kişidir.
Yabancı olduğunu öğrenmek “yaban” kelimelerinden türeyen bütün kelimelerin üzerine çıkarak alemi baştan aşağı yeniden tanımaya çalışmaktır. Sokakların suni ışığından kurtulmaktır. Pencere manzarasından gönül terasına terfi etmektir. Yamaların, Hazreti İdris elinde anlam bulması ve yeniden tek parça haline dönerek özüne kavuşması gibidir. Aynaların boyutlar arası görüntüleri iç içe göstermesidir. Düşünce dünyasını geliştiren ve kelimelerin üzerine çıkabilen kişi, emanet sahibi olduğunu ve yabancı olduğunu idrak ederek kendini anlam arayışı yolculuğuna hazırlar.
Dünya İçinde Kaybolmadım, Dünyayı İçimde Kaybettim
İki omzumda ne kadar yük taşıyabilirim bilemiyorum. Emanet sahibiyim ve emanetin getirdiği bir sınavım var. İnsanın en çok da kendini teselli etmesi zordur. Ancak yabancı olduğunu keşfeden bir insan için teselli kavramı rafa kaldırılmıştır. Teselli, bu dünyadaki arayışın bir adıdır. Genellikle günümüz toplumlarında bütün teselliler nesnelere atfedilir. Ancak nesnelere atfedilen bütün teselliler kişinin dünya içinde kaybolmasına yol açar. Dünya içinde kaybolan bir insan yabancı olduğunu dahi idrak edemez. Böylece ömrünün boşa gitmesine sebep olur.
Teselli mefhumu ile ilgili tek bir istisnai durum söz konusudur. Nesneler ancak o zaman anlamını yitirir. Ruhlar, gökyüzüne kanat çırpar. Beden ve ruh Hazreti Nuh’un gemisine binmiş gibi ferahlar. Eyyüp aleyhisselamın çekildiği inzivada su ile müjdelendiği gibi müjdelenir. Bu durum iki yabancı insanın birbirini bulmasıdır, kavuşmasıdır. Birbirini bulan iki yabancı dünya içinde kaybolmaz. Bilakis dünyayı içinde öğütmeye kalkar.
Onlar için dünyaya alışmak yoktur. Hakikat için dünyayı öğütmek vardır. Buradan elde edilen buğday öncelikle düşünmeyi öğretir. Düşünmek aklını kullanabilen insanların eylemidir. Emanet ise ancak aklını kullanabilen insanlara verilir. Bütün bunları idrak eden insanda kendini bilme bilinci oluşur. Kendini bilmek haddini bilmek ile denktir. Haddini bilen kişi içeri doğru ve dışarı doğru hakikati tanımaya başlar. Kişi içeri doğru eksikliklerini öğrenir. Dışarı doğru ise takatini öğrenir. Takatini öğrenen kudret sahibine boyun eğer.
Bütün yaşananlardan ve düşüncelerimden öğrendiğim bir hakikat var artık. Yabancıyım hem de dünyayı iç değirmeninde öğütmeye çalışan bir yabancı. Yaralıyım fizikötesi alemden başlayarak yarasına sahip çıkmış bir yaralı. Emanet sahibiyim dağın, gökyüzünün ve yeryüzünün korkarak çekinmesine karşın.
Allah, emaneti insana henüz yüklememişken yerlere, göklere ve dağlara emanet teklifinde bulundu. Ancak onlar bu emaneti yüklenmek istemediler, korktular. Bu netice doğrultusunda teklif insana yöneltildi. Emaneti kabul eden insanın imtihan yolculuğu da böylece başlamış oldu…
Hisler ve Duyular
Yerler, gökler ve dağlara bakıldığında ne denli kudretli oldukları görülür. İnsanlar, hissettikleri duyguları tasvir ederken ölçüsünü bu mefhumlar üzerinden anlatır. Duyulara hitap eden görüntülerin, seslerin, dokuların ve kokuların ölçüsü duyuların takati kadardır. İşitebileceği desibelin üzerinde bir ses duyan kulak işitme kaybı yaşar. Gözlerin aşırı ışığa maruz kalması sonucu görme kaybı oluşur.
Duyuların her daim ölçüsü vardır. Hisler ise öyle değildir. Deniz dalgalarını izleyen kişinin hissiyatı ile avuçlarına deniz suyunu dolduran kişi arasında duyum farkı vardır. Bu farkı belirleyen de ölçülerdir. İnsan hislerle hacimsiz, duyularla sınırlıdır. Bu sebeple sınamalar hissi duygular üzerinden gerçekleşir. Kişi yaşanan zorluklarla başa çıkamadığında, sınavını aşamayacağı düşüncesine kapıldığında bu durum hislerin ufkunun görünmemesinden ve tahmin edilememesinden kaynaklanır. Kötü olarak adlandırdığımız haberlerin desibeli ölçülebilirken hissettirdiği acı ölçüsüzdür.
Duyularla işittiğimiz güzel bir ân ile mutlu olduğumuz güzel bir ânı karşılaştırdığımızda arada büyük his farkı vardır. Bu sebeple sınav olarak adlandırdığımız yaşananlar duyulara değil hislere verilmiştir. Acı bir haber kulağı acıtmaz bilakis his dünyamızda yankılanır. Sözcüklerin ve temennilerin acı dindirmemesi üzerine zamanın; unutmak ve alışmak hisleriyle teselli etmesi bundandır.
Bugün yaşadığımız bütün sıkıntıların yanı sıra bir nefes alıp zamanı yavaşlatarak düşünmemiz gerekiyor. Dağların, yeryüzünün ve gökyüzünün "emaneti yüklenme" noktasında korkarak çekinmesi, cüssenin kudret olamayacağının işaretidir. Hislerin nesne üstünlüğü bundandır. Emanetin insana verilmesi ise sınırlarını aşabileceğinin üzeri örtülü bir şekilde anlatımıdır.
Yabancılaşma, Yabancılaştırma, Yabancı
Yaban kelimesinden türeyen “yabancı, yabancılaşma ve yabancılaştırma” kelimelerini anlam itibariyle bir kenara bırakmak istiyorum. Burada mühim kelime “yabancı” kelimesidir. İnsanoğlu, yaşadıkları ile hayat tecrübesi edinirken yabancılaşma ve yabancılaştırma sonucunda “yabancı” olduğunu elde eder. Oysa fıtrat baştan itibaren ele alınabilse insan bu dünyaya doğmadan önce de yabancıdır. Bugüne kadar peşinden gittiğimiz ve elde ettiğimiz bütün mefhumlar bana şunu öğretti: "Aradığım aslında bu değilmiş." Bu da demek oluyor ki insanın arayışı ve tatmin olma noktası ancak ruh göçünce sona eriyor. Buradan anlaşılıyor ki yabancı “gurbete” düşmüş kimsedir. Bulunduğu yerde beyhude aramalar yapan ve bağ kuramayan kişidir.
Yabancı olduğunu öğrenmek “yaban” kelimelerinden türeyen bütün kelimelerin üzerine çıkarak alemi baştan aşağı yeniden tanımaya çalışmaktır. Sokakların suni ışığından kurtulmaktır. Pencere manzarasından gönül terasına terfi etmektir. Yamaların, Hazreti İdris elinde anlam bulması ve yeniden tek parça haline dönerek özüne kavuşması gibidir. Aynaların boyutlar arası görüntüleri iç içe göstermesidir. Düşünce dünyasını geliştiren ve kelimelerin üzerine çıkabilen kişi, emanet sahibi olduğunu ve yabancı olduğunu idrak ederek kendini anlam arayışı yolculuğuna hazırlar.
Dünya İçinde Kaybolmadım, Dünyayı İçimde Kaybettim
İki omzumda ne kadar yük taşıyabilirim bilemiyorum. Emanet sahibiyim ve emanetin getirdiği bir sınavım var. İnsanın en çok da kendini teselli etmesi zordur. Ancak yabancı olduğunu keşfeden bir insan için teselli kavramı rafa kaldırılmıştır. Teselli, bu dünyadaki arayışın bir adıdır. Genellikle günümüz toplumlarında bütün teselliler nesnelere atfedilir. Ancak nesnelere atfedilen bütün teselliler kişinin dünya içinde kaybolmasına yol açar. Dünya içinde kaybolan bir insan yabancı olduğunu dahi idrak edemez. Böylece ömrünün boşa gitmesine sebep olur.
Teselli mefhumu ile ilgili tek bir istisnai durum söz konusudur. Nesneler ancak o zaman anlamını yitirir. Ruhlar, gökyüzüne kanat çırpar. Beden ve ruh Hazreti Nuh’un gemisine binmiş gibi ferahlar. Eyyüp aleyhisselamın çekildiği inzivada su ile müjdelendiği gibi müjdelenir. Bu durum iki yabancı insanın birbirini bulmasıdır, kavuşmasıdır. Birbirini bulan iki yabancı dünya içinde kaybolmaz. Bilakis dünyayı içinde öğütmeye kalkar.
Onlar için dünyaya alışmak yoktur. Hakikat için dünyayı öğütmek vardır. Buradan elde edilen buğday öncelikle düşünmeyi öğretir. Düşünmek aklını kullanabilen insanların eylemidir. Emanet ise ancak aklını kullanabilen insanlara verilir. Bütün bunları idrak eden insanda kendini bilme bilinci oluşur. Kendini bilmek haddini bilmek ile denktir. Haddini bilen kişi içeri doğru ve dışarı doğru hakikati tanımaya başlar. Kişi içeri doğru eksikliklerini öğrenir. Dışarı doğru ise takatini öğrenir. Takatini öğrenen kudret sahibine boyun eğer.
Bütün yaşananlardan ve düşüncelerimden öğrendiğim bir hakikat var artık. Yabancıyım hem de dünyayı iç değirmeninde öğütmeye çalışan bir yabancı. Yaralıyım fizikötesi alemden başlayarak yarasına sahip çıkmış bir yaralı. Emanet sahibiyim dağın, gökyüzünün ve yeryüzünün korkarak çekinmesine karşın.
Hep söylerim: "Dağ olsam dayanamazdım da kul oldum dayandım."Kaynakça:
- Şiar Dergisi
Yorumlar
Yorum Gönder