Mezar Taşları da Yalan Söyler

“Rahmetli, mutlu geçen yıllarını yaşamış sayıyordu.” demiş.
    Adamın biri, bir gün kabristana gitmiş.Tek tek ziyaret ederken sevdiklerini, birden tanıdığı bir kişinin de mezar taşını görmüş. Yaklaşmış dua etmek için bakmış bir kişi daha dua okuyor. Sessizce yaklaşıp dua etmeye başlamış. Hem dua edip hem de mezar taşını okurken bir durum dikkatini çekmiş. Tanıdığı kişi altmış yaşında ölmesine rağmen doğum ve ölüm tarihi arasında on yedi senelik bir zaman dilimi yer aldığını görmüş. "Yanlış mı görüyorum?" diye tekrar bakmış. Sonra yanındaki bulunan kişiye dönüp "Bu kişi altmış yaşındaydı. Bu da neyin nesi diye sormuş:"
Rahmetli, mutlu geçen yıllarını yaşamış sayıyordu.” demiş.
    Ne zaman kabristanın önünden geçsem bu hikaye gelir aklıma. Sahiden doğum ve ölüm tarihi bizi özetleyen bir tarih aralığı mıdır? İnsan sadece tarih aralığı mıdır? Doğum ve ölüm tarihi arasında geçen süre bizim hayatımızın aslolan hikayesini hiçbir şekilde resmedemez. Doğum ve ölüm tarihi aynı olan iki kişiyi ele aldığımızda iyi olan bir insanla kötü olan bir insan arasında fark yok mudur? Görüyoruz ki sayılar bir görüntüden ibaret. Görüntüler ise kabristana kadar eşlik ediyor.
    Küçük Prens kitabında da şöyle bir ifade yer alır:

    "Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. "Kaç yaşında?" derler, "Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?" Bu türlü bilgilerle onu tanıdıklarını sanırlar.

    Deseniz ki, "Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı." Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama, "Yüz bin liralık bir ev gördüm," deyin, bakın nasıl "Aman ne güzel ev!" diye haykıracaklardır."
    Bu ifade pek dikkat çekici. Sayıların ve görüntülerin iç alemini işgal ettiğinin tescili. Bu işgal aynı zamanda hayatın akışını toptan bertaraf eden bir eylem. Çünkü insan kalma çabası askıya alınmış demektir. Peki insanlık, bu kadar can çekişmesine rağmen askıya alınmış olan insan kalma çabasını düzeltmeye muktedir midir? İhtimalin olduğunu düşünüyorum. Ancak ihtimaller düzeltmek için muktedir değildir. Bunu bütün toplumların istemesi gerekir. Bu da zannımca hüsnü zandan ibarettir.

    Üstad Cemil Meriç, “Bu Ülke” kitabında şu ifadeye yer verir:
“Fransızlarda ‘mezar taşları gibi yalan söylemek’ gibi bir tekerleme var.”
    Mezar taşlarının yalan söylediğini zaten biliyorduk. Bir de mezar taşı gibi yalan söyleyen insanların olduğunu görüyoruz. Yalan insanı hakikate yaklaşıncaya kadar götürür. Bir nevi geçici narkoz diyebiliriz. Hakikat gelince ne yapacağız? Hesap verecek takatimizin olduğunu düşünüyor muyuz? Bütün takatimiz insan olmak gayretinde tükeniyor zaten… O zaman bu tüketimin bir anlamı olmalı. Buna değecek bir hayat olmalı. Bu hayatın mimarı insanın kendisidir. Mezar taşımızda yer alan sayıların irtifa olarak üstünde bir hayat yaşamayı kendimize gaye edinmeliyiz. Şayet böyle bir gayemiz yer almıyorsa hayatımızda bizim de mezar taşımız yalan söyler.
İnşikâk : 6
“Ey insan! Sen rabbine doğru büyük bir çaba içindesin; sonunda kuşkusuz O’na kavuşacaksın da.”

Yorumlar